Referans Referans Referans Referans Referans


Bize "Kömürcünün İmanı" Gerek...

Hem üç boyutlu evrenin sakinleri olduğunuzu söyleyip, hem de havada uçmak istiyorsanız bazı fizik kurallarına uymanız kaçınılmaz olacaktır... Mesela, bu dürtünüzü yerine getirmek için size en kestirmeden uçağa binmeniz tavsiye edilecektir... Çünkü uçaklar yerçekimi kanunu dikkate alınarak tasarlanıp üretildiklerinden uçmak istiyenler için uygun vasıtalar sayılırlar... Aksi durumlarda elimizde “yakışıklı” olup olmadığını belirleyebileceğimiz bir ceset bile olmayabilir...

Ben, Profesör Gazi Özdemir’in “Din ve Beyin” adlı değerli kitabını okumadan önce de; Kur’an Yasaları, Evren Yasaları ve Beyin Yasaları arasındaki kolerasyona sezgilerimle inanan bir insandım; adı geçen değerli eser sadece bu inancımın bilimsel evrakını tamamlamış oldu.

Dergimiz REFERANS, geçenlerde “Din- Toplum İlişkileri”ni ele aldı. Ben şahsen konuyu karmaşık görenlerden değilim. Aslında bu konu, hepimizin bildiği “Kocakarı imanı” veya “Bedevi yaklaşımı” bağlamında ele alındığında rahatlıkla vuzuha kavuşabilir inancını taşıyorum.

“Kocakarı imanı”nın ne anlama geldiğini bilirsiniz; Allah Kuran’da böyle mi buyurdu? Mesele bitmiştir. Nokta.

Bedevi yaklaşımı da şudur: Bir Bedevi Allah’ın Rasulüne sorar; “İslam nedir, ya Rasulullah?” Peygamberimiz şöyle cevap verir: “Allah’a ortak koşmayacaksın. Malının zekatını vereceksin. Günde beş vakit namaz kılacaksın. Ramazan da oruç tutacak ve mali durumun el veriyorsa ömründe de bir kez Hacca gideceksin.” Bunları duyan Bedevi, “vallahi” der, “ Ben bunları yaparım; ne bir fazla, ne bir eksik.” Allah Rasulü gülümser ve şöyle buyurur: “Bunları yaparsa cennete gider.”

Bedevinin davranışında “ müslim”olmanın, kocakarı yaklaşımında da “mümin” olmanın sırlarını yakalayabiliriz. Çağların üstadı İmamı Gazali’de böyle düşünmüş olmalı ki, “Kömürcünün imanını kelamcının imanına tercih ederim.” der.

Yine de biz “ modern zaman insanı”nın kafa konforunu bozmamak için aynı konuyu farklı ifadelerle yeniden formülleştirelim:

Dinin ister fıkıh alanında dolaşın, ister tasavvuf boyutunda derinleşin ve isterse tefsir ve hadis ilimlerine kendinizi adayın her müslüman gibi sizinde kesinlikle uymanız gereken kurallar vardır... Ne güçlü belâgatınız, ne entellektüel derinliğiniz, ne de çoşkunuz ve duygularınız sizi bundan muaf saydıramaz!

Bu kurallar öyle karmaşık ve anlaşılmaz değildir.

1-Tevhid

Bunu hiçbir şekilde sulandırmayacaksınız! Sulandırmayı aklınızdan geçirmediğiniz gibi, şakasını dahi yapmıyacaksınız!

2-Kuran’a Bağlılık

Anlamını değiştirmeye güçüm yetmiyor diye kurnazlığa kaçıp, bağlamıyla oynamayacaksınız! Okuduğun ayetlerde kendi tezine malzeme arama peşine düşmeyecek ve tek gayen Allah’ın ne kastettiğini anlamak olacaktır!

3-Peygambere Bağlılık

Onun Allahın kulu ve Rasulü olduğuna iman edip, onu entellektüel gevezeliklerinize malzeme yapmaktan kaçınacaksınız! Hz. Ayşe’nin “Siz Kur’an okumaz mısınız!? Onun ahlâkı Kur’an ahlâkı idi...”sözlerini hiç hatırdan çıkarmayacaksınız!

Bu ana hususlara dikkat ederek, felsefede dahil, istediğiniz alanda yoğunlaşabilirsiniz

Bunu yapabilenler “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadisinin muhatabı olan pak insanlardır. Bunların yaşadıkları zamanlarda, krallar ve sultanlar çomak sokmadılarsa, “Din-Toplum İlişkileri” hep sağlıklı yürümüştür.

Diğer yandabunu tersi durumlarda söz konusu olmuştur. Sadece dini alanda değil, elde ettiği servetiyle, kazandığı mevkisiyle şöhret bulmuş insanların arasından da bazan, halk tabiriyle, “kafası kırık” kişilere rastlanır. Ne var ki, Batı düşünce kalıplarının ürettiği ve bir aforizmaya dönüştürülen “Başarı” kavramının büyüsünden sıyrılarak bu insanları tesbit etmekte çoğu kez zorlanırız.

Bunların en netamelisi “Bilgi”yi bir çeşit ele geçirenlerin arasından çıkar! Eğer ele geçirdikleri bilgi manevi alana tekabül ediyorsa muhatap kitlenin feleği şaşmış demektir! Bunların çoğu egosantrik olmalarının yanında “çok kişilikli” bir özelliğe de sahiptirler. Bunlarda, toplumun her seviyesindeki insana denk düşecek kadar kişilik mevcuttur.. .Bize iki yüzlülük, tenakus gibi görünen şeyler onlarda “üst düşünce”(!) etiketiyle kodlanmıştır. Toplumun diğer fertleri için kabul gören değer yargıları, onlar için sadece insanları toparlamak için araçsal bir işleve sahiptitir! Onların kendileri için “kendilerinden menkul” değer yargıları vardır... Bunların en belirgin olanı da Alamut'un "Seyduna"sıdır...

Çünkü onlar kendilerinin “seçilmiş” olduklarına etraflarına inandırmışlardır...Hatta o kadar inadırmışlardır ki, bu inancın ürettiği adanmışlık hali etraflarındaki insanları büyülemeye yetmiştir...

Eğer elinizde bir ölçünüz yoksa bu insanların etkisinden kurtulmanız çok zordur! Din sosuna batırılmış sohbetlerindeki duygu yoğunluğu o kadar yüksek olur ki müntesiplerinden bazıları nerede olursa olsun “ Ben şu anda Hocam tarafından izleniyorum”garabetine kadar düşebilirler.

Ben şahsen, yaşını başını almış “Hoca” lakablı, üstelik İahiyat mezunu birsinin Almanya’da bir ev sohbeti sırasında “Benim şu anda burada ne konuştuğumu Türkiye’deki hocam ekrandan izler gibi görüyor” diyebildiğini hatırlıyorum...Hem de bundan otuz sene önce!..

Bu” izleme” ve “dinleme” sözçüklerinin bugün neye tekabül ettiğini biraz anlayıp tebessüm edebiliyorsak da, o gün bunlar birilerinin “seçilmişliğine” atıf yapılmak için söyleniyordu.

“Seçilmişlik sanrısı”na yakalanmış bu tiplerin şerrinden ancak “kocakarı imanı”na sahip olursak kurtuluruz. Yani, “Allah Kuran’da ne diyorsa odur” diyebilenlerden...

İnsanların gizli hallerini araştırma ruhsatını Allah hiç bir beşere vermiyor! Buna cüret etmek evrenin kozmik yapısına cilet atmak anlamına gelir ki, işte bu Gayretullah’a dokunur!...

Sonra da Gökkubbe çatırdar ve üstünüze yıkılır!..


YAZARIN DİĞER YAZILARI