Referans Referans Referans Referans Referans


Inandığı Gibi Yaşamak

İlk insan Hz. Âdem (as) aynı zamanda ilk peygamberdi. Dinin fert ve toplum hayatındaki yerini anlamak bakımından bu çok önemli bir mesajdır. Kâinatı yaratan yüce Allah, ilk insanla birlikte dinini de indiriyor. Yaratanı bilmek, yaratılış gayesini bilmek ve ona göre amel etmek dinin ana gayesidir. Dinin Sahibi, insanoğlunu niçin yarattığını, onun yaratılış gayesinin ne olduğunu, nasıl bir hayat sürmesi gerektiğini, ferdin sorumluluklarını, mesuliyetlerini de görevlendirdiği elçiler aracılığıyla anlatır.

İnsanoğlunun, hem yaratanına karşı, hem de dünyadaki tüm yaratılmışlara karşı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri, mesuliyetleri vardır. Gönderilen peygamberlerin tamamı yaratanın bu mesajını insanlığa ulaştırmışlardır. İnsanoğlu yoldan sapınca, yaratılış gayesini ve yaratanını unutunca, bu mesaj peygamberlerle yinelenmiştir.

Her ferdin, dolayısıyla fertlerden oluşan toplumların dine inanmaya ihtiyacı vardır. Bizler Avrupa’da yaşayan Türkler olarak, İslam dinine mensubuz. Dinimiz İslam evrensel bir dindir. Mekâna, zamana, belli bir ırka değil, tüm kâinata ve insanlığa hitap eder. İslam dinine mensup olan insanlar dünyanın her tarafında yaşamaktadır. İslam’ın özü değişmemekle beraber, farklı kültürlere mensup olan topluluklar, kendi kültürel yapıları içerisinde dinlerini yaşamaktadırlar. İslam’ın özüne ters gelen alışkanlıklar terk edilmiş, ancak dinin özüne ters gelmeyen kültürel değerler, gelenekler, törelerle beraber İslam inancı yaşanmaktadır.

Avrupa’da yaşayan ve Türk toplumuna mensup olan Müslümanlar olarak, dünyanın farklı kültürel toplumlarından gelen Müslümanlarla karşılaşıyoruz. Bazen dindaş olduğumuz onlarla, dinimizin aynı ama yaşantımızın farklı olduğunu müşahede etmekteyiz. Bu İslam dininin hoşgörüsünün evrenselliğinin, tek tip insan arzu etmediğinin şekilciliğe hiç yer vermediğinin işaretidir.

İslam dininin en önemli özelliği birleştirici, bütünleştirici olmasıdır. Onun için bütün insanlar, ‘Ademin Çocuklarıdır ‘ mesajını verir. Giyimine, kuşamına, sakalına, bıyığına, ırkına, mezhebine, rengine göre ayrıştırmaz.

Evet, İslam dininin mesajı bu kadar açıkken, bu dine mensup olan Müslümanlar bu mesajı alabilmişler midir? Bu sorunun cevabını “evet” olarak verebilmek pek mümkün görünmüyor maalesef… Avrupa’da yaşıyoruz, binlerce camimiz, mescidimiz, ibadethanelerimiz var. Bundan 50 yıl önce bunların hiç biri yoktu. Buraya gelen Müslümanlar, özelliklede Türkler kendi inançlarını icra edebilmek ve bu yabancı kültür içerisinde varlığını devam ettirebilmek için çok büyük fedakârlıklarla bu ibadethaneleri meydana getirdiler. Bu, Hristiyan inancına mensup toplumlar içerisinde yalnızlaşmamak ve kendi iç huzurlarını korumak için gerekli olan bir durumdu.

Birinci ve ikinci nesil insanımızın bu samimiyetlerini, fedakârlıklarını unutmamalıyız. Allah onlardan razı olsun. Kalanlarına sağlık, ölenlere rahmet diliyorum. Tarih boyunca dinler hep siyasi ve şahsi istismar konusu edilmiştir. Bu istismar konusu dinler arasında sataşma, ayrıştırmadan başlıyor ama aynı dinin mensupları arasında da maalesef devam ediyor.

Hristiyan Avrupası yıllarca mezhep kavgalarına sahne oldu, maalesef İslam tarihinde de benzeri çatışmalar zaman zaman yaşandı.

Bugüne geldiğimizde, şekil değiştirerek de olsa aynı ayrıştırma ve çatışmalara şahit olmaktayız. Yaşadığımız batıda ‘’İslamafobi’’ adı altında İslam düşmanlığının artarak geliştiğini gözlemliyoruz. Modern demokrasinin insan haklarının ve insan hürriyetinin tavan yaptığı söylenen Batı dünyasında bu gelişmeleri izlemek üzüntü vericidir. Bu noktada izlenen Batı’nın siyasetinin ve medyasının rolünün çok büyük olduğu ortadadır.

‘’İkiyüzlü” diye bir deyim vardır. Ben Batı siyasetini iki değil çok yüzlü siyaset olarak algılıyorum ve izliyorum. Bu, inanç hürriyetini hiçe sayan anlayışın, insani değerlerin toplumda kaybolmasına yol açtığını endişeyle takip ediyorum. Bir İnancın sahibini başka bir inanç sahibine karşı kışkırtmak, onu yok saymak bir insanlık suçudur. Hangi dinden olursa olsun bütün insanlar bu noktada birleşmelidir. Hepimiz Hz. Âdemin torunlarıyız ve Âdemoğluyuz.

Bütün bu gelişmelerde tabiikî biz de hatalıyız. Aynayı kendimizi doğrulttuğumuzda ve samimi olarak bir değerlendirme yaptığımızda, bunu anlarız. Tavırlarımız, davranışlarımız, yaşantı hallerimiz, vurdumduymazlığımız bütün bunlar zaten var olan önyargıları arttırdı. Çoğu zaman sokakta, tramvayda gençlerimizin tavır ve davranışlarında ben bile ciddi manada rahatsız oluyorum. Dinimiz; hoşgörüyü, arkadaşlığı, dostluğu, kardeşliği, samimiyeti önerir. Müslüman; “elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyen” insandır.

Dinler toplumu dizayn eder, yönlendirir. Bu halimize baktığımda, toplumların dinleri kendilerine göre dizayn etmeye, kendilerine benzetmeye çalıştığını görüyorum. İnancını inandığı şekilde yaşayamayan, yaşantısını inancı saymaya başlar. Bugün itibariyle din anlayışımız, herkesin kendi yaşantısına yorumlanmakta ve kendisi gibi olmayanlar dışlanmaktadır.

Netice itibariyle Hz. Ömer’in dediği gibi; “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız”.


YAZARIN DİĞER YAZILARI