Referans Referans Referans Referans Referans


Batı’nın Buhranı, Doğu’nun İsyanı

Bizi, onlar gibi düşünmeye sevk eden kilit kavramları ve sözcükleri almakla kalmamışız sadece… Kendilerine coğrafik olarak yakın, orta veya uzun mesafedeki bölgelere verdikleri isimleri de olduğu gibi almış ve dilimize yerleştirmişiz. Meselâ, farklı değerler yargısına veya kültüre mensup bazı toplumlarda “normal” (alışılagelmiş, uygun, olağan) olan şeyler bir başkasında “anormal” (alışılmışa aykırı, kural dışı, uygunsuz) olabilir. Ortalama bilgi düzeyindeki siyaset ve medya erbabı, “etik” sözcüğünü keşfedeliberi, edebiyatımızdan günlük konuşmamıza, inancımızdan düşünce dünyamıza kadar, her yerde karşılığı olan ve bize ait ‘ahlâk’ın içini boşalttık. “Senin şu yaptığın ahlâksızlıktır!” diyerek kendini ifade etmek ile “Senin şu yaptığın etik değildir” demek arasındaki ifade gücü ve bıraktığı tesir farkı aynı olabilir mi? Bunu en sıradan insanımız da görebilecek ferasete sahiptir ama biri (ahlâk) “yerli” diğeri (etik) de “Avrupa” olunca, herşeyde olduğu gibi tercihimiz ithalden yana olmuştur. Ülke olarak ihracat ağırlıklı bir iktisadî yapıya kavuştuğumuzda, dilde ve fikirde de ihracat yapabilecek düzeye gelmemiz temenni edilir.

Bu yetmezmiş gibi, Türkiye olarak nerede olduğumuzu gözardı ederek, Batı’nın “Orta Doğu” dediğine, biz de “Orta Doğu” ve “Uzak Doğu” dediğine de, “Uzak Doğu” diyoruz. Yeri gelince, mensubu olduğumuz kültürel değerlerin, örf ve adetlerin altını kalınca çizmeyi ihmal etmediğimiz gibi, Batı’nın kültürel kodlarıyla mayalanmış kavramlarını, kendimizi izah ve ifadede yardıma çağırırız. Kendi medeniyetimizi çökerttiğimizden beri Batı medeniyetinin kötü taklitçisi olduk. Kendi sosyo-kültürel şartlarımıza uygun demokratik sistemimizi geliştiremediğimizden, eklemeler, çıkarmalar ve zaman zaman da askerî müdahalelerle dolu bir asrı geride bıraktık. Hem Türkiye, hem de yanıbaşımızdaki diğer Müslüman ülkelerin başı dertten ve beladan bir türlü kurtulamıyor. Bunun bedelini başkalarına faturalamak gibi bir niyetimiz yoktur amma… Özellikle bizim coğrafyamızda Batılı güçlerin dâhil ve müdahil olmadığı hiçbir alan yok gibi.

Şark’ın sadece doğal kaynaklarını değil, kültürel zenginliklerini de son yüzyılda peyder pey yağmalayan ve Batı’ya kaçıranlar ve yeni silah pazarları oluşturmak için o coğrafyanın heterojen yapısını kaşıyarak iç savaşı fitilleyenlerin; yüzbinlerce mültecinin kapılarına dayanmasıyla, her türlü ahlâkî zeminden yoksun politikalarını ve Şark’a bakış açılarını nihayet gözden geçirmelidirler.

Batı, yakaladığı refah ve kalkınmışlık seviyesini kaybetmekten korktuğundan endişeli ve huzursuz… Hırçınlaşan ve asabileşen ruh hâlini, gülümseyen bir yüz ve modern görünümüyle maskelemeye çalışıyor. Bazen kaybetme veya başkalarına kaptırma korkusu, bazen de daha çok kazanma hırsı, onu canavarlaştırıyor. Onun huzur bulması için, “Orta”sı ve “Uzak”ıyla Doğu’nun çalkalanması, yani huzursuz olması lazım! Bu durum, sömürgecilik (kolonyalizm) döneminden beri Batı’nın değişmeyen paradigmasıdır. Geçen yüzyılın ortalarında büyük tarihçi Arnold Toynbee, “Bugün Batı’nın manevî buhranı, bütün dünyanın buhranıdır.” diyordu. Bu tesbiti, özellike yanıbaşımzdaki Müslüman ülkelere baktığımızda şimdi daha iyi anlıyoruz. “Tanrısını öldürmüş” bir Batı, sizden de aynı hareketi beklemektedir. Bunun bazı Müslüman ülkelerdeki son tezahürü; Tanrı’nın yarattığı en kutsal ve şerefli varlık olan insanı öldürmek oldu. Çünkü, “O (Batı), ne alıcı ne de satıcının alış veriş sırasında kazanacağını tahmin etmediği bir muhtevada kendini takdim eden bir medeniyeti dünyaya satmıştı.” (A. Toynbee)

Dünyaya ihraç ettiği ve kendisiyle özdeşleşen (sömürgeci) medeniyetin ürünü olan milyonlarca mülteci, Batılı’nın kapısına dayanınca, kendisinde başgösteren buhranın, Doğu’da isyan ve zorunlu göç olarak geri teptiğini gördü. Müslüman-Doğu’nun isyanı hem kendi akılsızlığına, hem de tâ uzaklardan gelip başına musallat olanadır. “Bu aksilik, insanlığın Batılılaşmış büyük ekseriyet için Batı’lı azınlığa göre muhtemelen çok daha fazla ızdırap verecek ve bu ızdırap da ona karşı kin ve hınç doğmasına sebep olacaktır. (Arnold Toynbee, Tarihçi Açısından Din, s. 193)”

Bir medeniyet düşünün ki, üstünlüğünü, yaşadığımız dünyanın birkaç defa altını üstüne getirecek kapasiteye sahip, atom bombası gibi kitle imha silahlarından alsın. Bir medeniyet düşünün ki, insan kanı üzerinden silah, insan hayatı üzerinden petrol hesabı yapsın. Sözkonusu medeniyetin iki “süper güc”ünden birisi ABD, diğeri de Rusya’dır. Bugünlerde her ikisi de Suriye üzerinde insan öldürme ve öldürtme yarışına girmişler. Rusya Başbakan Yardımcısı Dmitri Rogosin, Ukrayna’nın kısmî ilhakından sonra Rus askerleri için ‘kibar insanlar’ ve Rus pilotları için de, ‘kibar pilotlar’ denildiğini sosyal medyada paylaşıyormuş (Die Welt). Afganistan işgalinden tanıyoruz “kibar” Rus askerlerini... Bu coğrafya çok önceleri de “centilmen” İngiliz askerleriyle tanış olmuştu. Daha sonra “medeni” Amerikalılar devreye girdi. İkinci Dünya Savaşı’nın veya Nazi Almanyası’nın küllerinden doğan bugünkü Almanya bile yarıştan geri kalmamak, yani petrol bölgesinde söz sahibi olabilmek için özellikle İndogerman halklar grubundan birilerini modern silahlarla donatıyor. Amerika zaten oldum olası “Ortadoğu”nun semasından ve karasından hiç eksik olmuyor.

Tanrısını çoktan beridir öldüren Batı, Müslüman-Doğu’dan da aynı hareketi bekliyor. Önce, “Tanrı’nı öldür!” diye dayatsa da şimdiye kadar pek başarılı olamayınca, bu sefer; “Tanrı adına öldür!” dedi Batı. Öyle de oldu...


YAZARIN DİĞER YAZILARI