Referans Referans Referans Referans Referans


Bir “Kına Gecesi Davetiyesi” ve Bir Baba

Aaah, ah!.. Ah ki, ne ah... Gidişatı değiştiremeyeceğiz çünkü, değiştirmeğe gücümüz yetmiyor! Bu gidişin sonu hayra alamet olmadığını bile bile susmak; bir çıkmaza doğru sürüklendiğimizi göre göre, görmemezlikten gelmek; bize yakışmaz. Ah, vah edişimiz; ihtarımızı umursamayan, ikazımıza aldırış etmeyen, haykırışımıza kulak tıkayan, uzanan elimizi geri çeviren insanımızın hâl-i pür melâlinedir.

Hâl-i pür melâline yandığımız insanın, töresi gibi inancı da çağın gidişatına, yani gösterişe yenik düştü. “Çağdaş dindarlar” artık gönlümüze girercesine değil, gözümüze sokarcasına, gönül tellerimizi titretircesine değil, kulağımızı tırmalarcasına dindardırlar.

Sadece seküler kesim değil, muhafazakâr kadınlar ve erkekler de vücut hatlarını ortaya çıkaran kıyafetler tercih ediyorlar, diyor Araştırmacı Volkan Ertit.

Bu gösterişin, kına veya düğün davetiyelerine de göze batarcasına yansıdığını, size uzatılan davetiye kartlarından anlıyorsunuz zaten. Çok cafcaflı zarflarla kapatılmış, süslü-püslü davetiye kartları açtığınızda, son derece basit; ne şiire, ne de düz yazıya benzeyen, hemen hemen her davetiye kartında gördüğünüz basmakalıp sözler… Neredeyse krallar ve kraliçelerin düğünlerini aratmayacak kadar şaşaalı düğünlerimizin nasıl olacağına, zaten aileler değil, salon sahipleri karar veriyor. Sizin anlayacağınız; tâ ilk başından itibaren mazruftan ziyade, zarfa daha çok önem verilerek başlayan düğünlerin zangırtısı henüz kulaklarımızdan gitmeden, pek çok genç çiftin yıkılan yuvasının gürültüsüyle irkiliyoruz.

Töre; bir milleti geçmişten geleceğe taşıyan örf, adet ve geleneklerimiz gibi ortak kültürel değerlerimizdir. Türk’ün düğün töresi de, sadece Türkiye sınırları içinde değil, bütün Türk dünyasında, hatta Türk’ün yaşadığı her yerde aşağı yukarı aynıdır. Zamanla başka kültürlerin hücumuyla erozyona uğrayan töre, töre olmaktan çıkar.

Günlük hayatımızda başgösteren yozlaşmaların başında, eğlence kültürümüz gelir. Kendimizce, kendi adetlerimize göre değil, başkalarınca; başkalarının adetlerine göre eğlenmeye başladık. Düğünlerimiz kendi ekseninden çıkalı beri; disko havası ile “ilahi” arasında gidip geliyor.

Baskın bir kültür karşısında, altyapısı zaten pek de sağlam olmayan yeni nesil Türkleri, kültürümüzün ana taşıyıcısı Türkçe’den giderek uzaklaştıkları bir dönemde, bir nebze ayakta tutacak olan örf ve adetlerimiz dejenere olmamalıdır. Örf ve adetler; bir toplumu diğerlerinden ayıran, ona kimlik kazandıran ve millî bünyeyi yabancı kültürel unsurlara karşı koruyan değerlerdir. Devletsiz ve azınlık olarak asırlar boyu varlığını sürdürebilmiş bazı toplumlar bunu, örf, adet ve gelenekleri, yani törelerine borçludurlar.

Bir cemiyet adamı, teşkilatçı bir insan, evladının kına gecesini vesile kılarak, dağıtılacak kına gecesi davetiyesine, unutulmaya yüz tutmuş bazı değerlerimizi birkaç satırlık yazıyla hatırlatmak için kaleme kâğıda sarıldı: Bir taraftan kendi hafızasını yoklarken, diğer yandan da elinin altındaki bazı kaynakları karıştırdı… Cümleye son şeklini vermeden önce, ekleme çıkartma yaparak defalarca düzeltti. Şu ufacık davetiye kartının üzerine öylesi özlü cümleler kurmalıydı ki, hem kına gecesinin ne olduğunu, nereden geldiğini, hem de unutulmaya yüz tutmuş örf ve adetlerimizi bir çırpıda anlatmalıydı.
Yazdığını son defa gözden geçirdi; “Bundan iyisi can sağlığı, mükemmel!” dedi. Bu davetiyeyi alan kişinin yazılı metni okuyup okumayacağını, hele okursa anlayıp anlamayacağını hiç düşünmedi, düşünmek de istemedi doğrusu. O, davetiyenin verildiği her aileye, millî kültürümüz, törelerimiz hakkında özel olarak bir seminer vermiş gibi mutmain olmuştu. Davetiye basılıp geldikten sonra eline alıp önünü arkasını çevirerek baktı ve; dağıtabilirsiniz çocuklar, dedi.

“Kültür değerlerimizin en önemli kısımlarından birini teşkil eden ve halk kültürünün pek çok unsurunu biraraya getirildiği düğün törenleri, insan hayatında dönüm noktası olan sosyal olaylarının başında gelir. Bu törenler içinde kimi uygulamalar, yani gelenek ve adetler, yörelere göre değişiklik göstermektedir.
Düğün törenleri içinde yer alan ve gelinin baba evinde kalacağı son gece yapılan geleneksel uygulamalardan en önemlisi ise hiç şüphesiz “Kına Gecesi”dir. Kına gecesi çeşitli halk kültürü unsurlarından oluşmakla birlikte, bu gecede en çarpıcı uygulama ağıtlarla birlikte yakılan kınadır.”

Yukarıya aslını taşıdığımız, sade fakat muhtevalı “kına gecesi davetiyesi”ndeki cümlelerin uzunluğuna veya (moda tabirle) sofistike oluşuna takılmadan, şu iki hususa dikkatinizi celbetmek isterim:

Birincisi; çocuğunun kına gecesini vesile kılarak, yetişen nesillere ve kendi değerlerinden uzaklaşan yetişkinlere, bir baba olarak, uyarı ve hatırlatmada bulunmak.

İkincisi ise; kültürel değerlerine ve mensubu olduğu topluma karşı taşıdığı mesuliyetin gereğini yerine getiren bir teşkilat adamı olmanın farkını ortaya koymak.

“Yeni Dünya Düzeni” dedikleri bu “düzen”, toplumların asırlar boyu tecrübeyle sabit, hayata dair birikimlerini yerle bir etti ve neticede gelenekçi toplumların bozulmasıyla, insanlığın da kimyası bozuldu. Töreler, toplumların yazılı olmayan kanunlarıdır. İnsanî ve İslâmî ölçülere ters düşen şeyleri zaten “töre” olarak kabul etmeyiz! Tarihin derinliklerinden gelen bizim gibi milletleri asırlarca ayakta tutan örf, adet ve gelenekler gibi ortak değerler olmuştur. Bu değerler, tolumun önderleri ve aile büyüklerince yaşanır, yaşatılır ve gelecek nesillere aktarılır.

Aile ve toplum mesuliyeti taşıyan Teşkilatçı Baba’nın şahsında, değerlerimizi bayraklaştıran Ana gibi, Baba gibi, Başkan gibi Değerlerimize selam olsun!


YAZARIN DİĞER YAZILARI