_JPG.jpg)
“İslamî Olan Herşey…”
Mahmut Aşkar
Her sabah yeni bir başlangıç, her sabah yeni bir umut ve yeniden diriliştir. Gece uyuduğumuz yataktan sabahleyin kalkabildiğimize şükreder, yeni güne bir umutla başlarız. Bugün bir “kitap fuarı”nda kitaplarımı imzalamaya gidiyorum. Biz yazara, okuyucuları için kitaplarını imzalamak kadar heyecan verir başka birşey olamaz. Almanya’da düzenlenen kitap fuarlarının okuyucu profilini ve dönerle, incik-boncukla kitabı aynı çatı altında pazarlamakta bir beis görmeyen organizatörleri de daha önceki fuarlardan bildiğimden, beklentilerimi en az seviyede tutmaya çalışıyorum. Türkiye’den popüler yazarların özel olarak ağırlandığı, tanıtımlarının yapıldığı fuarda buralı olmuş insanımızı, yazdığı romanlara, şiirlere, yaptığı araştırmalara konu edinen buralı yazarlara yine yer yoktu… Avrupalı Türk’ün bu denli kendisini görmemezlikten gelmesi, önemsememesi; onun bu kültür coğrafyasındaki varlığının bitirilme sürecine yardımcı olmaktır. Allah’tan bizi unutmayan bir Sinan’ımız vardı ve o bize kendi standında (Hayat Gazetesi) bir yer ayırmıştı.
Bir Türk dünyanın neresinde olursa olsun, kafadengi bir başka Türk’le sohbet ortamı bulduğunda mutlaka memleket meseleleri konuşur. Bir ömrü memleketi kurtarma yolunda tüketmiş birisi olarak, bizimkini yakalamışken başka ne konuşabiliriz ki... Karşımdakine birşeyler anlatırken, konu dönüp dolaşıp son günlerde Türkiye’de bazı ilahiyatçılara karşı başlatılan karalama kampanyasına gelmişti... Her ne kadar dinî konularda zaman zaman farklı bakış açılarımız olsa da, topa tutulan ilahiyatçılardan birisi için, “Biliyor musun, senin bahsettiğin o kafadaki Prof. .... Yahudi’ymiş” dedi, ciddi ciddi... Şaşırdım... Şaşkınlığım, adı geçen şahsın “Yahudi” olması değildi elbet! Ben şaşkın şaşkın yıllardan beri tanıdığım genç adama bakarken, o bütün ciddiyetiyle bir başka ilahiyat âlimiyle ilgili ikinci bir “bomba” daha patlarttı: Senin, kendisinden sıkça bahsettiğin felan adama da filan ülkeye casusluk yapıyormuş. ”Ben, adı geçen kişiyle ilgili şu safsatayı birkaç yıl önce duymuştum, demeye hazırlanırken; bazı ilahiyatçıların, “katli vaciptir” fetvası verdikleri ilahiyat profesörü için de; “Adam tefsir yapayım derken, Kuran-ı Kerim’le resmen alay ediyor” demez mi...
Yazık, çok yazık! Ülkem, insanım ve dinim adına karamsar bir tablo oluşuyor kafamda... Her yeni birşey söyleyene bir kulp takılıyor, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor benim ülkemde... Öteden beri kendisinin, “bizim ötekisi” olduğunu anlamış ve kabullenmiş birisiyim. Her ötekileştirmenin altında etnik köken, siyasî görüş, inanç ya da düşünce gibi farklılıklardan doğan ayrımcı bir gerekçe yatar. O sebepten dolayı otoriter zihniyetin ya da kitle psikolojisinin dışladığı aydınlarla dayanışma içinde olmayı bir millî vazife olarak görüyorum. Buradaki ölçü; sayıca çoğunluktur: Çoğunluğun inancı, ibadet şekli, çoğunluğun görüşü veya hayat tarzıdır.
Kitaplarımın dizildiği küçük bir masanın başında oturuyorum: Fuarın organizatörlerinden biriyle tanıştırılıyorum… Genç adamla bildik bir-iki laf alışverişi yaptıktan sonra yanımızdan ayrılıyor. Gözünün önündeki masanın üstünde en az sekiz farklı kitaba doğru bir anlık bakışını bile esirgeyen “kitap fuarcısı”nın bu aymazlığı dikkatimden kaçmıyor ve belki de hayatında tek bir kitap bile okumamış bir adamın düzenlediği fuar da ancak bu kadar olurdu, diye kafadan bir not düşüyorum onun için.
Bizi de gıyaben tanıyan bir başka kişiyle tanışıyoruz: Kartvizitini takdim ediyor… Ne iş yaparsınız, diye soruyorum. Aldığım cevap: “İslamî olan herşey.” Bu sefer elime tutuşturduğu karta bakma ihtiyacı hissediyor ve gerçekten alt alta sıralanmış bir sürü organize işlerin olduğunu görüyorum. “Kitap İslamî değil mi?” diye soruyorum… Adam bana cevap hazırlayadursun; kitap ve okumanın, “herşeyiyle İslamî” olduğu iddiasındaki adamın dünyasına henüz daha girmediği kanaatine vardım.
Bir müddet sonra kitaplara bekçilik yaptığım masama yaklaşan iki kişiden birisi yanındaki yazarı bana takdim ediyor... Kırmızı çerçeveli gözlüğü, kırçıllı sakalı ve atkuyruğu yaptığı saçıyla, bu mahallenin şımartılmış çocuğu, “Müslüman mahallesinde salyangoz satan”lardan pek farkı yoktu. O da, “İslamî” yazarlık sayesinde popüler olmuştu ama kılık-kıyafetine bakılırsa; kendi muhitinin dışında da kabul görebilmek ümidiyle, öteki semtin yazarları gibi olmasa da onlara benzemek için özel bir gayret sarfettiği belliydi.
Biraz önce üstüme çöken karabulutları dağıtmak maksadıyla “fuar” dedikleri mekânda masa masa dolaşarak sergilenen kitapları gözden geçiriyorum. Fuar ziyaretçisi veya okuyucu kitlesi “muhafazakâr” olunca, satışa sunulan kitaplar da ona göre oluyor… Birçoğu gibi “muhafazakâr” kavramı da Batı’daki “konservativ/conservative” sözcüğünün karşılığıdır. Geçmişi sahiplenmekle köhnemişi muhafaza etmenin birbirinden farklı mülahazalar olduğunu bizim muhafazakârımız kabullenmekte zorlanıyor. Bu kitaplar, bu yazarlar ve bu fuarların her herşeyi “İslamî” olsa ne yazar!...
Bir “Kitap Fuarı”dan daha dolu dolu dönüyordum... Bavul dolusu kitapla gittiğim fuardan dönüşümde, “imza günü”ne hürmeten satılan kitapların sayısını hesaplamak yerine, bana teslim edilen miktara baktım: Köln-Frankfurt arası tren biletini tam karşılamıyordu. Bundan dolayı, fuarın nasıl geçtiğini soran dostlara; biraz nükteli bir üslupla, dokuz Euro zararla döndüğümü söyledim.
Aynı haftanın sonlarına doğru Köln’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği, “Avrupa Müslümanlarının Geleceği” konulu toplantıya katıldım. Çok yanılmak isterdim ama bizimkiler yine bildikleri minval üzre bir proğram tertip etmişlerdi: Avrupa Müslümanları figüran, kendileri ise aktördü. Muhtemelen bu da bir “İslamî” oturum ya da proğramdı.
İslamî kitap, İslamî yazar, İslamî fuar ve İslamî toplantı… Kafadan başka herşey “İslamî.