Göçmenlik Olgusu ve Avrupa Müslüman Türkleri
Göç, insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri var olan ve insanlık var olduğu müddetçe devam edecek bir olgudur. İnsanları göçe zorlayan sebeplerin başında, çalışmak, eğitim, savaş durumu ve inançların baskı altına alınması gelir. Göç ister gönüllü ister zorunlu olsun, insnalar göç ettikleri yerlere uyum sağlayabilmek için bir takım zorluklara katlanmak ve göç ettikleri yerlerin sosyal yapısına uyum sağlamak için mücadele etmek zorundadırlar.
Bu uyum sürecinde genellikle göçmenlerin yerli topluma uyumu beklenir, esasında göçmenler kadar göç alan toplum ve ülkelerin de bu süreci kolaylaştırmak adına yapması gereken görevler var fakat bu hususa ya dikkat edilmiyor veya gözardı ediliyor
.
Bugün, göç ve göçmenlik üzerine yapılan araştırmalara bakıldığında daha çok iş gücü göçüyle yapılan göç olgusunun olduğu görülür. Göç olgusu genellikle bireylerin ve ülkelerin ekonomik açıdan gelişmesine katkıları ve faydaları üzerinden değerlendirilir. Diğer insani, dini, sosyal ve kültürel yönleri hep göz ardı edilmiştir. Hiç bir kimse doğup büyüdüğü, akraba, hısım ve dostlarının olduğu, kimliğinin, kişiliğinin ve hatıralarının olduğu çevreyi, vatanını isteyerek terk etmez. Bu anlamda göç olgusu, yıllardır yaşadığınız topraklardan ve çevreden ayrılarak, bilmediğiniz farklı bir kültür coğrafyasına gitmek ve orada tutunmaktır. Bu süreçte, yerli topluma uyumla bağkantılı olarak sosyal ilşkilerde, kültürel değerlerin ve kimliğin muhafaza edilmesi istikametinde birtakım problemlerin yaşanılması kaçınılmazdır.
Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’den önceki dönemlerde de peygamberlerin ve onlara inanan insanların müşrikler ve kafirlerce hicret (göç) etmeye zorlandıklarından ve bunların inançları uğruna yurtlarını bırakıp başka yerlere gittiklerinden bahseder. Hicret; “bir yerin terk edilerek başka bir yere göç edilmesi“ anlamında kullanılır. Özelde ise Hz. Peygamber efendimizin ve Mekke’li müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) ve kendisine inananlar da daha önceki peygamberler ve ümmetlerin akıbetine maruz kaldılar. Mekke müşrikleri yıllarca içlerinden yaşayan ve emin olarak bildikleri, adlandırdıkları Hz. Peygamber efendimize karşı İslamiyet’i tebliğe başladığı andan itibaren olumsuz tavır takındılar. Bu tavır sadece İslam’ı reddetmekle kalmayıp, alaya aldılar, ona inananlara baskı, zulüm ve şiddet uygulamaya başladılar. Bunun üzerine ilk müslümanlar Habeşistan’a göç (hicret) ettiler.
Daha sonra boykot, zulüm ve baskının devam etmesi üzerine müslümanların artık daha güvenli olabilecekleri bir beldeye hicret etmeleri zaruret halini almıştı. Önce bir kısım müslümanlar gitti, peşinden hicret devam etti. En son olarak Hz. Peygamber efendimiz ve sadık yol arkadaşı Ebu Bekir (r.a.) hicret ettiler. Hz. Muhammed Efendimizin (sav) hicretiyle İslam tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu demektir ki Hicret, islamın devlet oluşuna atılan ilk adımdır. Bu hicret ve göçten sonra Hz. Peygamber Efendimiz (sav) İslam devletinin kuruluşunu ilan etmiş ve diplomatik temaslara başlamış ve antlaşmalar yapmıştır. Her zorluğun arkasında bir kolaylık vardır, buyruluyor. Böyle bir zorluğun akabinde bu göç büyük bir medeniyet doğuruyor. Tarihe baktığımızda da her çileli göçün ardından bir medeniyet doğmuştur.
Bugün de bu göçler devam ediyor. Özellikle de Türk-İslam coğrafyasında, dün Afganistan’a, bugün Irak’a, Suriye’ye (Ortadoğu‘ya) Demokrasi getireceğiz diye işgal edenler sadece acı ve göz yaşı getirdi. Buralar da yaşayanlar, ya kendi ülkelerinde mülteci konumuna düştüler veya imkanı olanlar başka yerlere göç ettiler…
Avrupa Türklerinin (şimdi böyle ifade ediliyor) göç serüveni 30 Ekim 1961 tarihinde başlıyor. 1961’deki Alman hükümeti için farklılıkların bir önemi yok. Ucuz işgücü için ne gerekiyorsa yapılıyor. O zaman Türkiye’ye döviz, Almanya’ya da ucuz işgücü lazım. Gurbete yolculuk İstanbul‘dan (Sirkeci) kalkan tren, Münih Tren Garı‘na kadar geliyor ve oradan dağıtımlar yapılıyor. Bir iki yıllığına çalışmak (misafir işçi) olarak gelen insanlarımız değişen ve gelişen şartlar neticesinde buralarda (Avrupa Ülkelerinde) kalmaya başlıyor. Önce misafir işçi (Gastarbeiter) sonra yabancı (Ausländer), olarak anılmaya devam ediyor. Türkiye’de de gurbetçi, Almancı olarak niteleniyor. Ama artık yerleşik hayata geçen insanlarımız Batı Avrupa Göçmen Türkleri veya daha kısa şekliyle Avrupa Türkleri olarak ifade edilmesini, söylenmesini talep ediyor. Dün Avrupa’nın ileri sanayi ülkelerine işgücü göçü ile başlayan serüven bugün farklı bir boyut kazanmıştır. Avrupa Türkleri dördüncü kuşağa ulaşmış ve içlerinden artık iş, ilim, sanat ve siyaset adamlarının çıkdığı büyük bir potansiyele sahiptir. Bugün, kendi dini, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayacak dernek ve cemiyetlere kavuşmuştur. Bu açıdan her ne kadar sıkıntılar çekildi ve halen çözüm bekleyen meselelerimiz olsa da, Avrupa Müslüman Türkleri belli dinamiklere sahip güçlü bir toplumdur. Gelecekte de bu dinamik ve potansiyeli iyi değerlendirirse inanıyorum ki ilelebet bu topraklarda kendi kültürel kimliği ile var olacaktır.
Günümüzde hızla gelişen teknoloji, iletişim ve ulaşım sayesinde köklerimizden kopmadan göç ettiğimiz ülkelerde yerli ve çoğulcu çokkültürlü bir toplumla iyi bağlar kurarak hayatımızı sürdürmeliyiz. Bugün Alman nüfusunun önemli bir bölümünü göçmenler ve yabancı kökenli Alman vatandaşları oluşturmaktadır. Çeşitli ülkelerden ve farklı kültürel çevrelerden gelen bu göçmenler ile yerli halk kitlesinin birlikte geçirdiği değişim süreci ülkeyi çokkültürlü bir toplum haline getirmiştir.
Çokkültürlü bir toplum yapısının tarihi tecrübesine sahip olmayan bazı Batılı ülkeler, göçmenlerin kendi kültürel kimliklerini yaşamaları konusunda hazırlıksız göründüğü gibi demokrasiye ve serbest düşünceye rağmen Batı kültürünün tekelci yapısının göçmenleri asimileden vazgeçip vazgeçmeyeceği, onların bu ülkelerde daha etkin duruma gelmeleri konusunda endişeleri olduğu görülüyor. Tarih boyunca müslüman Türkler gittikleri yerleri imar ve ihya etmişlerdir. Hiçbir zaman ifsad ve ihanet etmemişlerdir. Şayet böyle bir endişe varsa, son derece yersizdir ve kuruntudan ibarettir.
ATİB (Avrupa Türk-İslam Birliği) olarak bizler bu göçün herkes için daha çok faydaları olduğu kanaatindeyiz. Göçmenler olarak, Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde kendi kimliğimizle eşit ve onurlu vatandaşlar olarak yaşayacağımız bir ortak geleceği inşa etmek için gayret etmektedir. ATİB kurulduğu günden beri Batı Avrupa Müslüman Türklerinin meselelerinin çözümü ve istikbale yönelik, teşkilatlı, zengin, eğitimli ve katılımcı bir toplum olarak uyum içerisinde yaşamayı öngörür ve bu doğrultuda çalışmalar yapar.
Değişen dünya şartları ve içinde bulunduğumuz ortam, Avrupalı Müslüman-Türk’ün omuzlarına, mensubu olduğu medeniyetin evrensel değerleriyle insanlığı kucaklamak gibi ayrı bir sorumluluk yüklüyor.
Tarım ve sanayi dönemi geride kalarak yapay zekanın, beyin gücü ve bilimsel gücün etkin olduğu zamanı idrak ediyoruz. Nitelikli insanlara, kaç tane doktora, patente vs. sahip olmakla güç belirleniyor. Zamanın ruhuna uygun düşünmek ve ona göre hazırlık yapmak gerekiyor. İnşallah, Avrupa’da yetişen nesillerimiz bu manada yetişir, 21. Asır daha önce söylenildiği gibi; Müslüman Türk asrı olur. Buna da göçmen Türkler öncülük eder, Batı‘dan doğan güneş olurlar. Buna gayret edilirse fırsat ve imkan vardır.
Tabii ki, göçmenlik ve göçmenlik olgusunun çok farklı boyutları var, burada kısa bir yazıda hepsine temas etmek mümkün değildir. Ancak, genel anlamıyla vazife ve sorumluluklarımızı yerine getirirsek bu göç neticesinde yeni bir medeniyete öncülük edilebilir, en azından büyük katkılar sunulabiliriz. Bunun için ihtiras ve taasuplardan uzak tamamen inanç ve tarihi kaynaklarımızdan ilham alan, Hakk’a, Türk milletini millet yapan bütün maddi ve manevi değerlere inanan, müslüman Türk’ün düşüncesine, inancına, ahlakına, töresine ve misyonuna inanan şahıs ve topluluklar gerçekleştirebilir. Bu manada, dayanışma ve işbirliği içerisinde, şahsi ene ve enaniyetten uzak, dürüst, istikrarlı, objektif, samimi ve tutarlı tavır ve çalışma ile bu hedeflere ulaşılabilinir.
ATİB olarak her zaman göçmenlerin ve Türk toplumumuzun hayırlı işlerinde yanındayız. Kültürel dilimizle birlikte kültürel değerlerimizi korur ve yaşatırsak, ilim, irfan ve güçlü bir irade ile hizmet ve gayret edersek, bedel ödemekten kurtuluruz. Bu yönde bir ruh ve diriliş emareleri var. İfade edildiği gibi, iman varsa ümitde vardır.
Durmuş Yıldırım
ATİB Genel Başkanı

Durmuş Yıldırım