Almanya İslam Konferansı ve „Alman İslam’ı“
Geçtiğimiz günlerde Federal Almanya İçişleri Bakanlığı’nın himayesinde 4. Almanya İslam Konferansı yapıldı. İslam Konferansı ilk defa 2006 yılında dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble tarafından hayata geçirilmişti. Bu konferansın kuruluş bildirgesine göre kendisini Almanya’da yaşayan Müslümanlar ve Alman devleti arasında kurumsal bir diyalog platformu olarak ortaya koymuştu. Aynı zamanda kuruluş amacı olarak, Müslümanların dini ve toplumsal siyasi entegrasyonunun sağlanması ve Almanya’da yaşayan insanların daha iyi bir şekilde bir arada yaşaması gösterilmişti.
1. İslam Konferansına Almanya’daki büyük İslami çatı kuruluşları ve farklı kesimlerden İslam karşıtlığıyla bilinen, seküler bireyler katılmışlardı. Bu toplantıda ortak değerler, güvenlik meselesi ve din dersinin organizasyonu gibi konular gündeme gelmişti. Daha sonra Thomas de Maiziere ve Hans-Peter Friedrich dönemlerinde İslam Konferansı tartışmalı bir sürece girmişti. Bazı Kuruluşların İslam Konferansı’ndan çıkarılma girişimleri ve bu konferansın Alman devletinin Müslümanlara yönelik ayrımcı tutumunun bir yansıması olarak değerlendirilmişti.
Alman devletinin diğer inanç gruplarıyla ilişkileri dikkate alındığında, Alman İslam Konferanslarının devletin Müslümanlara karşı ayrımcı tutumunun bir tezahürü olduğu söylenebilir. Çünkü, seküler bir yapı arz eden Alman devleti diğer hiçbir inanç grubundan talep etmediği hususları Müslümanlardan talep etmektedir. İslam Konferansı vesilesiyle hem Müslümanları ve hem de direkt İslam’ı kontrol altına alma, dayatma ve baskıyla dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Almanya’da bulunan başka cemaatler ve inanç gruplarıyla böyle bir pazarlık yapılmadığı, Katolik, Ortodoks ve Yahudi alimlerin eğitim çalışmaları ve din dersi müfredatlarının kiliseler, Vatikan’nın ve ilgili kurumlarının denetiminde olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, seküler yapıya sahip Alman devletinin inanç grupları arasında ayrım yaptığının en belirgin işaretidir. Bu konferansla, bağlayıcı ve kurumsal mekanizmalar eliyle Müslümanlardan muhtevasının ne olduğu net olarak bilinmeyen Alman değerlerine uyum göstermeleri talep edilmektedir.
İmamların burda yetiştirilmesi, ibadet yerlerinin temini ve güvenliği, çocuklara din eğitimi verilmesi gibi konularda devlet ve dini cemaatler arasında bir anlaşma yapılabilir, yapılmalıdır. Ancak, Alman İslam Konferansları ilk toplandığı tarihten bu yana bu teknik meselelerin dışında Müslümanların Alman ve Avrupa değerleriyle uyumunu vurgulamış ve bu noktaya odaklanmıştır. Daha önceleri Sayın İçişleri Bakanı Seehofer’in ‘’İslam Almanya’ya ait değildir’’ diyerek tartışmalara yol açması ve bu konferansın onun başkanlığında yapılması, konferans esnasında ‘’Müslümanlar Almanya’ya aittir’’ demiş olması, Müslüman azınlığın ağzına bir parmak bal çalmaktan ibarettir. Çünkü, zihniyet değişmemiştir, konferansın formatı, katılımcı profili, nelerin konuşulduğu, hedefleri ortadadır.
Bir zamanlar Suriye kökenli Alman akademisyen Bassam Tibi ‘’Euro İslam’’ yani “Avrupa İslamı” kavramını ortaya attı. Bu bir projeydi ve tutmadı. Çünkü, Avrupa İslamı, Arap İslamı, Türk İslamı diye bir şey olamaz. İslam âlemşümul yani evrensel bir dindir. Coğrafya’ya göre bazı fıkhi farklılıklar olabilir fakat itikadi anlamda farklılık olmaz, olamaz. İslam dünya’nın her yerinde aynı yaşanır ve uygulanır. Tibi’ye göre, ‘’Avrupa İslamı’’ Avrupa değerlerinin Müslümanlıkla bağdaştırılmasıdır diyor özetle. Bu anlamda Fransa, Almanya, Hollanda, Avusturya, İsviçre ve Belçika gibi önemli oranda Müslüman nüfus barındıran ülkelerde Müslümanlar ‘’medenîleşerek’’ ılımlaşarak, çerçevesi egemen devletlerce çizilmiş ‘’ulusal pilot İslamlar’ın’’ bir parçası olacaklardır. Avrupa’daki dinsiz dindarlık tartışmalarında olduğu gibi, Müslümanlar için de hayata müdahale etmeyen, tabir yerinde ise deistik anlamda ‘’pasif bir Tanrı’’ anlayışına sahip, Avrupa normlarına uymayan ayetlerin Kur’an’dan çıkarılmasına ses çıkarmayan Müslüman tipinin arzulandığı söylenebilir, bu hiç bir şart altında kabul edilemez.
İslam ve Müslümanlarla ilgili projeler ve tartışmalar, bilhassa 11 Eylül sonrasında, genellikle ‘’güvenlik’’, ‘’entegrasyon’’ ve daha doğru bir tabirle ‘’kültürel asimilasyon’’ bağlamında tartışılıyor. Bu durum, Müslümanlara yönelik tartışmaların iyi niyetten yoksun olduğunu doğru kavram ve yöntemlerle yapılmadığını, ön yargılı ve çifte standartlı tutumlarla yapıldığını gösteriyor.
Biz ATİB (Avrupa Türk-İslam Birliği) olarak, bu İslam Konferansı’yla birlikte, ‘’Alman İslam’ı’’ adı altında bir kültürel asimilasyon sürecinin başlatılacağı endişesini taşıyoruz. Camilerimizde hizmet verecek din görevlilerinin burada yetişmesine karşı değiliz ama Türkçe konuşamayan bir din görevlisini de istemiyoruz. Biz dini fetvalar konusunda Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığına uyuyoruz. Çünkü, dini oterite bakımından iki büyük kurum vardır, Diyanet ve El Ezher. Başka müracaat edeceğimiz kurum, kuruluş ve dini oterite yoktur. Biz burada mutlaka İslam Akademi okulları açılmalıdır diyoruz. Brüksel’de Müslümanları temsil eden bir kurum, Başmüftü olmalıdır dedik ve bu hususta Osmanlı’da olan Başmüftülük sistemini örnek gösterdik.
Avrupa İslam’la, Avrupa’ya işgöçü olarak gelen misafir işçilerle tanışmadı. Daha öncelerde müslümanların Endülüs’ü fethetmesiyle birlikte Avrupa İslam’la tanıştı. Ondan sonra Osmanlı’nın Balkanları fethi, Avrupa ve İslam toplumlarının arasında kültürel etki bıraktı. Daha sonra, Müslümanların çalışmak için Avrupa’ya gelmeleriyle daha yakından tanışmış oldu. Maalesef, ilk gelen Müslümanlar yaşantı ve davranışlarıyla İslam’ı temsil edemediler. Çünkü, İslam’i tebliğ günümüze kadar en etkili teoriden ziyade pratik olarak yaşanarak tesirli olmuştur. İslam ana kaideleri gereği tartışmasız Barış Dinidir, aksi davranış ve söylemlerde bulunanlar Müslümanları temsil etmeyen gruplardır, bunlardan yola çıkararak kimse Müslümanları değerlendirmemelidir. İslam Avrupa’ya aittir ve bir parçasıdır. Küreselleşen dünyamızda, dört buçuk milyon Müslüman göçmenin yaşadığı bir ülkede Müslümanları yok saymak mümkün değildir. Müslümanlar da bu ülkede kendi kimlikleri ve inançlarıyla anayasa çerçevesinde ve uyum içerisinde birlikte yaşamak istiyorlar. Hiç bir şekilde siyasi müdahale ve dayatmalara tabi olmak istemiyoruz.
Bu bağlamda, son yapılan “Alman İslam Konferansı’’ skandallara sahne oldu ve var olan tartışmaları daha da alevlendirdi. Bütün popüleritesini Müslüman karşıtlığına borçlu olan bir takım şahıs, dernek veya siyasi parti temsilcilerinin, ‘’seküler’’ veya ‘’liberal’’ Müslüman olarak toplantıya davet edilmesini, imkanları dahilinde Almanya’daki Müslümanlara dini hizmet veren mevcut cami kuruluşlarının üzerinde bir baskı oluşturmak olarak değerlendiriyoruz...
Durmuş Yıldırım
ATİB Genel Başkanı

Durmuş Yıldırım