top of page

Avrupa´da Irkçılık, Avrupa Türkleri ve Türkiye

Bir izin mevsimini daha geride bırakarak ikinci vatana dönmüş olduk ve bir kısmımız da dönmek üzere ya yollarda veya dönmek için gün sayıyoruz. Bu sene biz daha önceden ATİB olarak belirlediğimiz Türkiye’de Yayla Şenliği proğramımızı gelişen şartlar neticesinde farklı bir konseptte yapmış olduk. “Avrupa Türkleri Kayseri Buluşması“ adı altında, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığımızın katkılarıyla panel olarak gerçekleştirdik.

 

„Avrupa’da Irkçılık, Avrupa Türk’leri ve Türkiye“ konulu panelimiz, Kayseri Kadir Has Kültür ve Sanat Merkezi Konferans Salonunda seçkin bir davetli kitlesinin katılımıyla başarılı bir şekilde yapıldı. Akabinde Anadolu Harikalar Diyarında Türk Halk Müziği eşliğinde akşam yemeği ile sona erdi. Burada fazla teferruatına girmeden proğramın amacı üzerine birkaç cümle yazmak istiyorum. Son günlerde Avrupa’da yükselen ırkçılık, NSU (Neonazi Yeraltı Terör Örgütü) davası ve Münih mahkemesinin suçlularla ilgili verdiği mahkumiyet kararları, Türkiye ve Avrupa ülkeleri arasında seçimler öncesi yaşanan siyasi gerginlikler, Alman Milli takım oyuncusu Mesut Özil’in açıklaması, bu ve benzeri konular gündemde yoğun bir şekilde tartışılıyor ve konuşuluyordu.

 

Bu sebeple biz de konuyu Türkiye’deki ilgili kurum, kuruluş ve kamuoyunun dikkatine sunmak istedik. Avrupa Türkleri ve Türkiye Türkleri olarak birbirimizden ve meselelerimizden haberdar olmamız, daima dayanışma, birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmemiz gerektiğini vurguladık.

 

Avrupa Türkleri, Türkiye ve Avrupa arsında bir köprü vazifesi görmektedir. 57 yıl önce Avrupa’ya büyük çoğunluğu işçi olarak gelmiş insanlarımız, Avrupa’nın gelişmesinde, kalkınmasında ve bugünlere gelmesinde büyük emekleri vardır. Diğer taraftan, Türkiye’nin de „yetmiş cent‘e muhtaç olduğu“ dönemde Türkiye’ye büyük katkıları oldu. Ne yazık ki, her iki tarafa da yaranamamış onlar, halen Türkiye’de „Almancı“ veya „Gurbetçi“, Avrupa’da da yabancı olarak görülmektedirler. Halbuki onlar, Avrupa ülkelerine işgücü olarak gelmiş fakat degişen sosyal ve ekonomik şartlar neticesinde kalıcılığa karar vermiş „Batı Avrupa Müslüman-Türkleri“dir. 

 

TV Kayseri’de katıldığımız 45 dakikalık bir proğramda, Batı Avrupa’ya göç etmiş kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın önemli meselelerini anlatarak Türkiye kamuoyunun dikkatini çekmeğe çalıştık. Zira Türkiye’nin çok yoğun gündeminde Avrupa Türklerine  hak ettikleri yer verilmiyor. Gerçekten içerdeki ve dışardaki siyasi, ekonomik ve terör olayları ülkeyi fazlasıyla meşgul ediyor. Bununla birlikte, Türkiye’deki bir kısım kurum, kuruluş ve insanlar, Avrupa Türklerinin meseleelrine,  „bize getirisi ve götürüsü nedir hesabıyla bakıyor.

 

Bizi hedef alan dış gelişmeler

 

Diğer taraftan Türkiye son günlerde dost ve müttefik bildiği ABD’nin açıktan tehdidiyle karşı karşıyadır. Türkiye’nin dost bildiği bazı ülkelerin, sömürgecilik dönemini hatırlatan bir politika izlemelerini ne dostluk ne de stratejik ortaklıkla bağdaştırmak mümkündür. Milli egemenliğine ve milli bağımsızlığına son derece düşkün ve geçmişte bunun bedelini defalarca ödemiş bir millet olarak, bu dayatma ve emrivakilere boyun eğmeyecek kadar büyük ve kendine güveni olan bir ülkedir. Birçok düşmanca müdahalenin üstesinde geldiği gibi bu kriz ve dayatmaların üstesindende gelerek ve güçlenerek çıkacağından Allah’ın izniyle eminiz.

 

Türkiye ve İslam dünyası böyle bir süreçten geçerken, biz Avrupa Türkleri ve Müslümanları olarak zor bir süreçten geçiyoruz. AfD, NPD ve diğer ırkçı akımların güçlenmesinden içinde yaşadığımız ve yeni yerlisi haline geldiğimiz toplum adına kaygı duyuyoruz. Özellikle Türk ve diğer Müslüman kuruluşları ile camilerine yapılan saldırılar bizlere ciddi endişe veriyor. Bu noktada, siyasilere, bürokratlara, dini önderlere, sivil kitle kuruluşlarına ve sanatçılara, yani toplumun kanaat önderlerine önemli görevler düşmektedir. Her şeyden önce insan olarak el ele vererek ırkçılıkla mücadele etmeliyiz. Irkçılığın bir insanlık suçu olduğunu açıkca ortaya koymalıyız. Irkçılık, ayrımcılık, terör ve şiddet olayları birlikte yaşamaya, barışçıl ilişkiler kurmaya engel teşkil etmektedir. Barış ve huzur içinde, birlikte yaşamak Avrupa’ya daha fazla refah getirecek, daha fazla güç kazandıracaktır. Bilgi alışverşi ile önyargıları kırarak ırkçılıkla ve ayrımcılıkla mücadele ederek, farklılıklarımızla uyum ve barış içerisinde birlikte yaşamalıyız. Uyum farklılıkların barış içinde birlikte yaşamasıdır.

 

Biz Avrupa Türkleri olarak uyumlu bir toplumuz

 

İnsanların ana dilini yasaklayan bir ülke ne sosyal, ne de Demokratik bir ülke olabilir. Diğer Avrupa ülkelerine nazaran (Belçika ve Hollanda, gerçi şuan da fark kalmadı, Almanya’nın tesiriyle onlarda aynı konuma geldiler) Almanya, neredeyse 1990’lı yılların sonuna kadar resmi olarak bir göç ülkesi olduğunu kabul etmediğinde, göçmenlerin toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel süreçlere uyumları konusunda belirgin politikalar üretmemiştir. Halen de bu konuda fazla bir gelişme olduğunu söyleyemeyiz.

 

Göçmenler içinde yaşadığı toplumla hayatın her alanında eşit haklara sahip olduğu zaman ne dışlanabilir, ne de göçmenler böyle bir duyguya kapılabilirler. Bu eşitlik duygusu yerli ve yabancıyı ötekileştirmeyi ortadan kaldırır. Biz göçmenler olarak göçüp yerleştiğimiz ve kendimize ikinci bir vatan olarak seçtiğimiz bu (Avrupa ülkelerinde) ülkelerde eşit haklara sahip, kendi dilimizi ve kültürümüzü koruyarak yaşatmak, insan hak ve hürriyetlerine sahip olarak insanca yaşamak istiyoruz. Hiç bir göçmen uyuma karşı değildir. Kendi kökenimizden, rengimizden, dinimizden, dilimizden, örf ve adetlerimizden, kültürel kimliğimiz ve farklılıklarımızdan dolayı ayrımcılığa ve ötekileştirmeye tabi olmak istemiyoruz.

 

Her insanın içinde yaşadığı topluma karşı yapmakla sorumlu olduğu bir takım vazife ve sorumluluklar vardır. Tabii ki, yapılan ırkçılık ve ayrımcılığı genelleştirmiyoruz. Her toplum içinde sağ duyulu insanlar olduğu gibi maalesef marjinal gruplar da var. Fakat son zamanlarda siyasilerin popülist söylem ve medyanın tutumuyla ciddi artış göstermesinden endişe ediyoruz. Bizler de içinde yaşadığımız topluma ve mensup olduğumuz değerlerimize karşı sorumluluklarımızın farkında ve şuurunda olmalıyız.  Bu doğrultuda, içinde yaşadığımız yerli ve çoğulcu toplumla insanca, uyum, barış ve huzur içerisinde birlikte yaşamayı talep ediyoruz. Çünkü, geleceğimiz birliktedir. Aksi tutum, düşünce ve davranışların kimseye bir faydası ve katkısı olmaz. Zira birlikte yaşamayı olumsuz ve huzursuz kılar. Bunun için hep birlikte ortak geleceğimiz için yaşanabilir bir dünya ve vatan için gayret etmeliyiz. Ama bu noktada başta siyasi cenahın biraz zayıf kaldığını görüyoruz. Yeni vatanımızda toplumsal birlik ve beraberliği yani içtimai huzuru bozan bu gelişmelerin mutlaka üzerine gidilmelidir. Avrupa’da sürekli yükselen ırkçılık biz göçmen asıllıların olduğu kadar, toplumun geneli için önemli bir menfi gelişmedir. Nasıl dünümüz, bugünlerimiz ortak ise, geleceğimiz de ortaktır. Bunun için ilişki ve ortak geleceğimize yönelik menfi gelişmeler, aynı zamanda ikinci vatan Almanya’nın dünya ülkeleri arasındaki imajına da tamiri zor zararlar verir.

 

Toplumsal barış ve hoşgörü, günümüzde insanlığın ortak sorunları olarak acil çözüm bekleyen açlık, yoksulluk, işsizlik, çevre kirliliği, doğal afetler, uyuşturucu ve madde bağımlılığı, terör vs. gibi temel sorunların çözümünede katkıda bulunacaktır. Birlikte yaşama kültürüne sahip toplumlarda herkes fikirlerini özgürce ifade edebilir. Farklılıklar içinde ortak unsurlar ve benzeşmeler yakalanabilir. Böylece birlikte yaşama uyum içinde sürdürülebilir.

 

İslam dini başta olmak üzere bütün dinler, insanlığın kurtuluş ve mutluluğunu amaç edinirler. Bu bağlamda özellikle evrensel dinlerin temel mesajlarında barış, huzur ve insanların birbirlerine saygılı olmaları gibi ahlaki hususlar önemli bir yer tutar. Beraber barış, huzur içerisinde yaşama kültürümüzü ve inancımızı yaşama, özgürlüğümüzü kısıtlamaya kimsenin hakkı yoktur.

 

Biz ATİB olarak her vesileyle ırkçılığı, yabancı düşmanlığını ve ayrımcılığı kınayarak bunlarla mücadele etmektedir. Bunlarla ilgili konuları basın ve yayın yoluyla Avrupa hükümetlerine ve kamuoyuna unutulmaması için gündeme getirmekteyiz.

 

Sonuç olarak başta Almanya olmak üzere bütün göçmen alan  ülkelerde 57 yıldır yerli ve göçmenler birlikte yaşıyor. Hayatın her alanında birlikteler. Birçok alanda ortak bir hayat oluşturdular. Kısacası bu ülkelerde yerli halk ve göçmen kökenli insanlar uyum ve barış içinde birlikte yaşamak istiyorlar. Uyumun yolu da göçmenlere, hayatın her alanında yerlilerle eşit haklara sahip olmalarını sağlamaktan geçer. Göçmenlerin anadillerini konuşmaları ve geliştirmeleri bu ülkenin çıkarına olan bir zenginliktir. Bu zenginlik uyumun önünde engel değil tersine daha da toplumu kaynaştıracak bir unsurdur. Bizim anlayışımızda, kendi içindeki farklı yorumlara bir rahmet olarak bakmak gerekir.

 

Durmuş Yıldırım

ATİB Genel Başkanı

50962679_2279295835688729_15354728586820

Durmuş Yıldırım

bottom of page