Referans Referans Referans Referans Referans


Yine mi "Talleyrand" Kazandı

1830’ların Fransa’sı... Sokaklar gergin ve çatışmaların ardı arkası kesilmiyor. Ülkenin önemli siyasetcilerinden Talleyrand(1), oturduğu koltuğundan kalkarak pencereye varır. Sokakdaki çatışmaların yoğunlaştığını görünce “Yaşasın biz kazandık!”diye bağırır. Sekreteri hemen sorar:

“Efendim biz hangi taraf oluyoruz?”
Tallleyrand’ın sekreterine cevabı şudur:
“Onu sana çarpışmalar bitince ve kazananı görünce söyleyeceğim”

“Gezi Parkı” olaylarının kazananı kim oldu sizce? Adına ister devlet, isterse hükümet diyelim, ülkeyi yönetenlerin böyle bir durumu istemelerini ve bundan da fayda devşirdiklerini söylememiz en azından akla ziyan bir durum olur. Protestocular açısından bakarsak durum daha da vahim..

Eee... Bu işin bir kazananı yok mu?

Elbette var! Olayın bizatihi zuhuru yani olmuş olması birileri için tek başına kazançtır! İlkel toplumların böyle durumlardan kazanç elde eden kabile reisleri, “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” derlerdi... Böyle diyerek en azından hayatta kalanlara sahip çıkma cesareti sergilerlerdi... Modern zamanların klanları bu konuda daha çok “Hepinizin canı cehenneme!” davranışı sergileyen Hasan Sabbah’ı modellemişe benzerler. Yok yok... Aslında Hasan Sabbah bile bunlardan daha delikanlı sayılırdı... O, işin ta başında kendisine hizmet edecekleri belirleyip “ikna” ediyor ve kısa bir süre de olsa onları kendi cenneti(!)nde ağırlıyordu...

Son zamanlarda sık sık sukut-ı hayâle uğramaya başladık... Dirayetine ve cesaretine hayranlık duyduğumuz İhsan Eliaçık’ın “Gezi Parkı” defilesinde boy göstermesinden dolayı yaşadığımız hayâl kırklığından sonra; zerafeti, sağlam mantığı ve adalet duygusuyla hareket ettiğine inanarak geldiğimiz Taha Akyol da aheste aheste bizi hayâl kırıklığına uğratıyor... Yaptığı TV programında konuklarından bir profesöre,“Nedir allahaşkına bu faiz lobisi?” diye müstehzi bir ses tonuyla soruyor... Cevaplayan da aynı müstehzi tavırla, hem varmış hem yokmuş, der gibi söze başlıyor... Bunları dinleyince aklıma bir Nasrettin Hoca fıkrası geldi: Hoca, başkasına ait bir armut ağacına çıkıp mendiline armut doldururken bahçenin sahibi orada belirivermiş... Adam; “Hoca ne yapıyorsun, sabah sabah agacın üstünde?” diye sorunca Hoca’da “vallahi ben de şimdi tam onu düşünüyordum” demiş...

Bu hikayeyi tersinden okuyunca, ülkem bir yana, kendimin bazı kayıpları aklıma geliverdi... Bende “bizim armutları kim topladı?” diye düşünüyorum... Eğer “faiz lobisi” yoksa bu armutlar nerede sayın Akyol? Yoksa armutları toplayanlar “Biz de bunu düşünüyoruz”diyerek,soydukları bahçe shiplerinin öfkelerini, daha çok kazanca nasıl tahvil ederiz, planları mı yapıyorlar!...

Çalınmış armutlarımdan bahsedeyim... Ben henüz 16 yaşımda iken bir yakınının yardımıyla Almanya’ya gelmiş ve 40 yılını da orada işci olarak geçirmiş bir insanım. Bu yüzden durumu, sizlerin çok sevdiği iktisat jargonlarıyla değil, kendi halk dilimizi kullanarak anlatacağım: Almanya’ya geldiğimin ikinci yılında, daha 17 yaşıma yeni girip, ayda da henüz 370 mark kazanırken memleketimden bazı insanlar “Biz ilçemize fabrika kuracağız” diyerek geldiler. O fabrikanın iki hisse senedine ben dört bin mark borçlanarak sahip oldum. “Çok talihli bir insan olduğumu ve ileride çok zengin olacağım ‘müjdesi’ ni de verdiler bana... Uzatmayalım, ben hisselerin boçlarını ödemek için tam beş yıl çalıştım. İleride Almanya’nın romanını yazmak isteyenlere malzeme olur düşüncesiyle şu notu da düşeyim: Biz aynı yaşlarda hemşehri olan üç delikanlının tüm lüksü, 35 marka satın aldığımız küflü bisiklete sırayla binmekten ibaretti... Sonra fabrika oldu... Aradan da yıllar geçti... 1990’lı yıllara gelindi. Bana, “Senin tam 110 hissen var bizde!” dediler. Bizim hisseler doğurmuştu velhasıl. Sevincimden uçmak üzere iken, “Bunlar kaç paraya tekabül eder?” diye soruvermişim. Bir milyon yüz bin lira, cevabını duyunca küfretmemek için kendimi zor tuttum... Bu parayla ancak iki tabak çorba içilebiliyordu o tarihte. Beş yıllık yatırımın karşılığı iki tabak çorba!.. Hem de fabrika üç vardiya çalışırken!..

Ama ben o kızgınlık anında çok akıllı bir iş yaptım; 20 yıl önce sakin oturup, zararla kalkmıştım ama, o gün öfkeyle oturup, kârla kalktığımı düşünüyorum: İki tabaklık çorba parasını, normal bir lokantaya giderek değil, züğürt sarhoşların gittiği “B.... İşkembeci adıyla maruf bir yere giderek değerlendirdim. Bir tabak işkembe çorbası içtikten sonra biraz sakinleştim. İkinci tabağı söylemekten vaz geçtim. Eğer, bir gün bu memlekette bu düzeni savunacak birileri çıkarsa, ikinci tabak onun hakkı olmalıdır, diye düşündüm... Yani, ‘faiz lobisi’ yok, ‘sömürü çeteleri’ palavra, deme cesaretini gösterenlerin benden bir kâse işkembe çorbası alacağı var... Var ama, önce şu soruma bir cevap versinler: Benim beş yıllık kazancımın karşılığını kim veya kimler cep etti? Pazarlığı baştan yaptım; öyle anlaşılmaz ekonomik jargonları bir yana bırakın! Bu para nerede?

Hee... O eskidendi; “Gezi Parkı” eylemleriyle alakası ne mi? diyorsunuz. Anlatayım:Bir tanıdığım; benim fabrika hissesi aldığım yıllara denk düşen bir zaman diliminde, memleketin bir yerinden arazi satın alır. 2013 yılının mayıs ayında da gitip arazisini iyi bir paraya satar. Araziyi satın alan şahsın seçenek sunmasına rağmen kaşılığını da Türk parası.olarak almayı tercih eder. Ve o parayı da götürüp “faizsiz”iz diyen bir bankaya yatırır ve Almanya’ya döner. Dönmesine döner ama “Gezi” olayları da çoktan başlamıştır bile...Sadece iki hafta içinde, kur yükselmesinden dolayı olan kaybı 25 bin euro olur!.. Adama, “Benim sadık yarim kara topraktır” bile dedirtmezler, sözün kısası...

Şimdi soruyu tekrar soruyorum: >b>Eğer, ulusal ve uluslararası para simsarları, faiz lobileri yoksa bu vatandaşın iki hafta içinde 25 bin euro’suna ne oldu?...

Bir somut veri de ülkeme ait: Bazı ilgili meslek kuruluşlarının raporlarına yansıyan rakama göre, Türkiye’nin 1984- 2000 yılları arasında ki faiz ödemesi BEŞ YÜZ MİLYAR DOLAR!
Anlaşıldı mı?

Soru yine aynı: Bu paralar nerede?

Benim bir dedem varmıştı; İsmail dedem... Hiç okuyup yazması da yokmuş. İsmail dedem, o dönem ülkeyi yönetseydi bu kadar zarar açmazdı! Mesela şunu yapardı diye düşünürüm: 500 milyarı, yedi ayrı helikopterle, yedi bölgenin semasından ülkeye saçar, koşup yürüyenler, yürüyemeyenlere topladıklarının krıkta bir zekatını versin, diye de Allah’ın emrini hatılatırdı. Ve eminim ki ülke ogünkünden daha da iyi ve mutlu olurdu...

Artık anlaşalım... Bu işler öyle plazalardan göründüğü gibi değil... Sizin anladığınız iktisat kuramları, zaten oluşmuş bir yapının varlığını korumak için uydurulmuş hokus-pokuslardan ibarettir. İnin o plazalardan, ben sizi başka bir yere davet edeyim.

Nereye mi?

Hani ilk fethettiği Harmankaya’da etrafına üşüşen “Pazaryeri Mafyası”nı ortadan kaldırarak “Para simsarlarına” karşı tarihte ilk mücadeleyi başlatan Osman Beğ’in memleketi olan Söğüt’e... “Siz hangi hakla insanların alın terine el koyarsınız!” diye gürleyen o sesi bugün en çok sizlerin duymaya ihtiyacı var!

Benim de memleketim olan Söğüt’te sizleri ağırlamaktan mutluluk duyarım. Hem korkmayın, benim gittiğim çorbacı çoktan kapandı.... O “çorba talihlisi”ni, Ertuğrul Gazi’nin kabri yanındaki ‘Türkmen Sofrası’nda ağırlayacağım. Para simsarları 13.yüzyılda, İtalya sahillerinde “Site Devlet” cazibesi oluştururken, gözünü kendi Kızılelma’sından ayırmayan Kayı’nın dolaştığı topraklar, benim kadar sizleride heyecanlandırabilir. Çoğu ümmi olan bir aşiretin, renklleri vasıtasıyla beyinlerine çivilediklei ‘değer sistemleri’nin sembolü ‘Türkmen poçası’nı boynumuza dolamak hepimizi belki yeniden tarihimizle rezona edebilir.... Ayrıca ablasına göz diken şovalyeyi, “Benim Demircan eniştem var; o Ertuğrul’un at bakıcısı olur!” diye korkutumaya çalışan Rum çoçuğunu da konuşarak, Kemal Tahir’i de yad etmiş oluruz...

Belki orada, şu ayaklanmaya katılanları anlamaya çalıştığınız kadar, “Artık Talleyrand’lar Kazanmamalı” diyenleri de biraz anlamaya başlarsınız...

Ne dersiniz?...

Hidayet Kayaalp


(1)Talleyrand’ın kariyeri ve ünü Fransız İhtilâli’yle birlikte doğar ve büyür... Kenendisi 1854 doğumludur. 1789’da piskopos olmuş ve aynı yıl içinde de Fransa Meclisi’ne milletvekili olarak girmiştir. Karışıklıklardan dolayı bir ara ülkesinden kaçsa da sonra yeniden dönerek uzun yıllar Fransa ve Avrupa siyasetnin ünlü aktörleri arasında yer almıştır.


YAZARIN DİĞER YAZILARI